28 Şubat 2010 Pazar

Galatasaray 4-1 Kasımpaşa

0 altını çizen...
Son yazımda da bahsettiğim gibi Galatasaray, gerekli oyuncularının dönmesiyle tekrar eski kimliğine kavuşmuş görünüyor. Sezon başındaki o çok gollü galibiyetlerini hatırlatır bir oyun oynayıp net bir skor aldılar Kasımpaşa karşısında. Sabri-Caner bek ikilisinin Uğur-Hakan Balta ikilisinden çok daha ofansif olmasının yanına bir de ilerideki 4 ismin (Arda, Keita, Giovani ve Jo) üstün hücum performansı eklenince hücumda en ufak bir sorun yaşamadı Sarı-Kırmızılılar. Giovani'ye ayrı bir parantez açmak gerekirse, bugün geldiği günden bu yana kendisinden beklenen oyunu bir nebze segilediğini söyleyebiliriz. Tabii Kasımpaşa takımının 'Çanakkale geçilmez' tarzı futboldan uzak, daha çok hücum yapmaya yönelik oyun düzeni de bunda oldukça etkili oldu. Giovani, her aldığı topta topu rakip sahaya çok iyi taşırken onu karşılamada çok yetersiz kaldı Kasımpaşa defans-orta saha hattı. İkinci yarının başlarında oyundaki dengeyi kurup Galatasaray sahasında pas trafiğini artırmayı başarmalarında ise en büyük etken kuşkusuz orta sahada Elano'nun yokluğuydu. Ayhan tecrübesine defansif becerilerini ekleyemeyince Topal rakip atakları ön alanda karşılamada maçın belli kısımlarında yetersiz kaldı. İki ay sonra sahalara dönen Sabri'den bahsedecek olursak, sağ kanada bir hareket getirdiği kesin ancak maç eksiğinden yahut eski zaaflarından kaynaklanan bir kademe hatasıyla takımına golü yedirmiş oldu bir bakıma. Kasımpaşa da ise bireysel olarak değinilecek tek oyuncu Yekta'ydı kasık yırtığı olan Moritz'in yokluğunda. Son haftalarda takımına attığı gollerle ve şık hareketleriyle katkı sağlıyor, gerçekten yetenekli bir oyuncu. 1985 doğumlu olmasına karşın ligimizde gelecek vadeden oyunculardan. Sonuç olarak Galatasaray bu ligde bu kadrosuyla (Baros ve Kewell'ın da kısa zamanda döneceği düşünülürse) şampiyonluğun en büyük adayı. Forvetsizlikten veda ettiği Avrupa'yı ise gelecek sezonki hedefleri arasına almak zorundalar. Kritik Meira ve Nonda kararlarına bir üçüncüsü eklenmezse bunu başaracak bir takım görünümünde Galatasaray.

21 Şubat 2010 Pazar

Bir Rijkaard Klasiği...

0 altını çizen...
Sezon başında bir takım yaratmıştı bu adam. Önüne gelene 3 atan, savunmayı kafasına takmayan, yediğinden fazlasını atmaya yönelik hücumcu bir takımdı bu. Çünkü kadronda Keita, Kewell, Arda, Baros ve Elano varsa bunun aksini yapmak düşünülemez zaten. Zamanla işler yolunda gitmeyip takım sürekli sakat vermeye başlayınca (Baros ve Kewell'ın uzun, yeni transfer Jo'nun kısa süreli sakatlıkları) bir takımın çehresi ancak bu kadar mantıklı değiştirilebilirdi. Şu an izlediğimiz Galatasaray sezon başındakinin tam tersi bir hüviyette ve son iki maçında duran top dışında gol yememiş bir savunma takımı... Türkiye Kupası hariç hiç bir hedefinden kopmamış bir takım var ortada. Beşiktaş maçında alınan beraberlikle de rakibini kendinden uzak tutmuş oldu Sarı-Kırmızılılar. Galatasaray'ın savunmayı bu kadar iyi yapıyor olmasının başlıca nedenlerinden biri devre arasında takıma monte edilen Lucas Neill. İnanılmaz soğukkanlı ve Türkiye'deki tüm stoperlerden iyi sokuyor topu oyuna. Bir diğeri Rijkaard'ın, defansif özelliklerini kullanmak için ön liberoya çektiği Elano... Türkiye'ye uyum sağladığını her maçta göstermeye başlayan Elano'nun mücadelesi de görülmeye değer. Savaşçı bir Brezilyalı... Çok bulunmaz böyle adam. Beşiktaş'ın bugünkü mücadelesi de takdire şayan. Belki çok kaliteli bir futbol maçı izlemedik ama çok iyi mücadele etti her iki takımda. Gol atamamasına rağmen etkili olan Nobre ve duran topları çok iyi kullanan (golde burdan geldi) Tello'yla tehlikeler yarattılar. Hakkı kesinlikle beraberlikti bu maçın ve ligde daha çok maç var. Yani bundan sonra da herşey olabilir. Ama şu bir gerçek ki, Galatasaray önündeki Atletico maçında bir aksilik yaşamaz ve aynı futbolla turu geçmeyi başarırsa önü çok açık. Baros ve Kewell'ın da arka arkaya takıma katılmasıyla bu takımı eski hücumcu kişiliğine döndürebilecek bir teknik direktörü var bu takımın...

20 Şubat 2010 Cumartesi

Kısa Kısa...

0 altını çizen...
*Manchester United'ın futbol mabedi Old Trafford 100 yaşına girdi. Günümüzün muhteşem stadı, 19 Şubat 1910'da M.United'ın Liverpool'la yaptığı maçla açılmış ve maçı Liverpool 4-3 kazanmıştı.



*FIFA, 1930'da Uruguay'da düzenlenen ilk Dünya Kupası finalinin yaşayan tek oyuncusu Arjantinli Francisco Varallo'yu 100.doğumgününde FIFA Liyakat Nişanı'yla onurlandırdı. 1931-1940 yılları arası Boca Juniors forması giyen efsane futbolcu, 210 maçta 181 gol kaydetmişti.

*Arsenal kaptanı Fabregas, yaptığı açıklamada takımdaki oyuncuların çok fazla büyük hatalar yaptığını , diğer büyük takımların bunları yapmadığı için daha iyi durumda olduklarını söyledi

*NBA'de LeBron James, 1961-62'den beri görülmemiş bir performans ortaya koydu. Cleveland'ın Denver'ı konuk ettiği maçta 40 sayı, 15 asist ve 13 ribaundla oynayan LeBron'un bu performansına rağmen maçı Denver 118-116 kazandı ve Cleveland'ın 13 maçlık serisine son verdi.

*Vencouver'de devam eden 2010 Kış Olimpiyatları'nda ABD 17 madalyayla zirvede (6 Altın, 4 Gümüş, 7 Bronz)...Almanya 11 madalyayla (4 altın, 4 gümüş, 3 bronz) ikinci sırada yer alırken Norveç ve Kanada'da bu iki ülkeyi takip ediyor.


18 Şubat 2010 Perşembe

Marouane Fellaini

0 altını çizen...
Bu sezon Premier Lig'de en çok dikkat çeken isimlerden biri. Aslında sempati duymak için çok fazla sebebimiz var; bonus saçlarıyla lige renk katması, defans-forvet bağlantısını bu kadar iyi yapan sayılı genç oyuncudan biri olması (aklımıza hemen diğer isim olarak Abou Diaby geliyor, eğer 3. bir isim söylersek bu iki oyuncuya haksızlık yapmış oluruz) ve doğum gününün benle aynı olması bunlardan sadece birkaçı... 6 Şubat'taki Liverpool derbisinde Sotirios Kyrgiakos'un sert müdahelesiyle sakatlanmıştı. Everton teknik direktörü David Moyes, kulübün resmi internet sayfasına yaptığı açıklamada, "Maalesef iyi değil. Bilek bağlarından ameliyat olacak. Robin van Persie'nin sakatlığına benziyor ve yaklaşık 6 ay sahalardan uzak kalacak. Parlak bir sezon geçiriyordu ve gelişme göstermemizdeki en büyük nedenlerden biriydi. Hepimizin çok özleyeceği bir isim" dedi. Gerçekten çok yazık... 6 ay onu seyretmekten mahrum kalacak olmamız bir yana umarım bu sakatlık onu bu günlerdeki formuna tekrar ulaşmaktan alıkoymaz. 
2008 yazında 15 Milyon Pound bedelle Standard Liege'den Everton renklerine bağlanan 22 yaşındaki futbolcu, bu rakamla Everton kulübünün ve Belçika futbolunun tarihteki en pahalı transferi olmuştu.

Belçika'lı Milli futbolcu, bu sezon 4'ü yedekten olmak üzere 34 resmi maçta görev alarak İngiliz ekipte en çok forma giyen futbolcu olurken, 3 kez de fileleri havalandırmıştı.

2007-2008 sezonunda Belçika Jupiler Lig'de 25 yıl aradan sonra şampiyonluğa ulaşan Standard Liege'in kilit oyuncularından olan Fellaini, Belçika temsilcisinde toplam 84 maça çıkmış ve 11 gol kaydetmişti.

2008 Pekin Olimpiyatları'nda yarı finale kadar yükselen Belçika Milli takımının as oyuncusu olan genç futbolcu, 2007 Avrupa U-21 Şampiyonası'nda yarı finale kadar yükselen Belçika Milli takımının da kilit oyuncusuydu.

Guus Hiddink

0 altını çizen...
90-91 sezonunda Fenerbahçe onun yönetiminde Aydınspor'a 6-1 gibi tarihi bir skorla yenilmişti. Gordon Milne'li Beşiktaş'ın şampiyon olduğu o senenin sonunda, tıpkı geldiği sezonda bir takımda mucizeler yaratması beklenen diğer teknik direktörler gibi gönderilmişti. Daha sonra Guus Hiddink'in bize ismini ezberleteceğini o zamanlar kimse bilemezdi tabii. 98 Dünya Kupası'nda yarı final oynayan Hollanda'nın ve 98-99 sezonunda kıtalararası şampiyon olan Real Madrid'in başında o vardı. Farklı bir teknik adamdı. İşinin zor olduğunu bildiği takımlara gitmekten hiç korkmadı. Dünyanın her yerinden büyük yetenekler çıkabileceğini, aslında takım oyunuyla ve elindeki oyuncuları maksimum verimde kullanarak da büyük başarılar elde edilebileceğini bize ilk önce 2002 Dünya Kupası'nda Güney Kore'nin başında gösterdi. Biz dev takımları yenerek çıkmamıştık 3.lük maçında onların karşısına. Ama onlar İtalya'yı, İspanya'yı devirip gelmişlerdi. Almanya karşısında da son dakikalarda gelen bir golle final şansını kaçırmışlardı. Sonra Avustralya'yı 32 yıl sonra finallere götürmek de yine onun gibi birinin yapabileceği türden bir işti. Son olarak futbolda bir türlü istedikleri yere ulaşamamış soğuk ülke Rusya'yı Euro2008'de üçüncü yaparken de diğer 3. yine Türkiye'ydi. Yollarımız önceden çok kesişmişti yani... Şimdi 63 yaşının getirdiği tecrübelerle belki de teknik direktörlüğünü noktalayacağı yerde son şaheserini yaratabilir. Ne dersiniz..?

2010'a Giderken-4

0 altını çizen...
Geldik Güney Amerika’ya... Evet futbolun beşiği İngiltere’dir belki doğrudur ama Brezilya’da futbol her şeydir. Sokakta topun peşinden koşan o küçük çocuklar hemen arkalarında onları izleyen fakir anne babanın gelecek umududur aslında. Sadece fakirlikten dolayı oynanmaz ama yinede futbol, çok asil bir ailenin çocuğuysanız ve paraya ihtiyacınız yoksa da Brezilya’da futbol başka bir tutkudur. Kaka’yı dünya çapında bir yıldız yapan bu tutkudur. Dünyanın her yerine ve en fazla sayıda futbolcu ihraç eden bir ülkedir Brezilya. Dünya kupasında boy göstermek ve o 23 kişilik kadroya girmek ise her futbolcunun hayalidir. Bunun için Robinho olsanız da eski takımınıza kiralık gidip kendinizi tekrar göstermeniz gerekir. Ronaldinho'nun Milan’ı bu sene taşıyıp bize eski günlerini hatırlatmasının nedeni budur. İşte bu yüzden futbol deyince Brezilya gelir aklımıza…Uzun lafın kısası Brezilya olmazsa dünya kupası olmaz zaten olmamıştır da. Sambacılar 5 kez kaldırdıkları dünya kupasının yine yeniden en büyük favorilerinden biri olarak gelecek Güney Afrika’ya. Onları izlemek bambaşkadır biz futbolseverler için bakalım 5.farklı kıtada bu kupaya uzanıp inanılmazı başarabilecekler mi? Gelelim Tangoculara…Dünya futbolunun süperstarı Messi’li, Tevez’li , Agüero’lu hucum hattıyla efsane gibi görünmesine karşın Arjantin takımında defansif anlamda ciddi sıkıntılar var. Dünya kupasına son anda katılmayı başardılar ve gruplarda hiç ümit vermediler. Brezilya’ya net biçimde ezildiler ve Bolivya’dan yarım düzine gol yiyerek hezimet yaşadılar. Arjantin’e futbolculuğunda 1 dünya kupası kazandırmış ve birini de son anda kaybetmiş, bazılarına göre dünyanın gelmiş geçmiş en iyi futbolcusu olan Maradona bunu teknik direktörlüğünde başarabilecek mi hep beraber göreceğiz. Ancak bu kez Tanrı’nın elini en fazla taktik tahtasında ve damadı Agüero’nun sırtını sıvazlarken kullanabilecek. 1962’de kendi evinde düzenlenen dünya kupasında en iyi derecesi olan 3.lüğü elde etmeyi başaran Şili şaşırtıcı bir biçimde rahat bir şekilde dünya kupasına gitmeyi başardı. Tıpkı Brezilya gibi haftalar öncesinden kupaya gitmeyi garantileyen Şili’de yıldızların başında Humberto Suazo geliyor. Ligimizden tanıdığımız Rodrigo Tello da şu an formsuz olmasına karşına ikinci yarı gerekli patlamayı yapıp takımdaki yerini alacaktır. İspanya’nın olduğu grupta ikincilik mücadelesini İsviçre ve Japonya’yla verecek olan Şili’nin en az bu iki takım kadar şansı var. Dünya kupalarının son zamanlardaki gediklisi Paraguay yine kupaya katılmayı başardı. İtalya’nın yer aldığı grupta Slovakya’yla zorlu bir yarışa girecekler. İkinci tura alışıklar, daha da ileri giderlerse kimse şaşırmasın. Uruguay ise 2 dünya kupası sahibi bir ekip. Eski günlerini aradığı düşünülse de bir şekilde dünya kupasına katılmayı başarıyorlar. Alvaro Recoba son zamanlarda çıkardıkları müthiş bir solak, şu an futbol hayatına ülkesinde devam ediyor. Kaptan Diego Lugano önderliğinde, adaşı Forlan’la beraber çok çekişmeli bir grupta bize zevkli maçlar izleteceklerdir. Biraz da istatistiklerden bahsedelim. Dünya kupalarına 5 kezle en fazla katılan iki efsane isim var; birisi Alman Lothar Matthäus ve diğeri Meksikalı Antonio Carbajal. Ancak egale edilebilecek bir rekor. Aklıma ilk gelen isimse 2006’da Arjantin kadrosunda yer alan Lionel Messi…En erken gol ise Türk futbolunun efsane golcüsü Hakan Şükür’e 11 saniyeyle ait. Giderek hızlanan dünyada bu golden daha hızlı bir golü dünya kupasında izleyebiliriz. Tabi bundan sonraki herhangi bir dünya kupasında bir Türk futbolcusu kırarsa bu rekoru daha hoş olur..:) Geri sayıma başladık. 131 gün sonraki muhteşem şöleni hep beraber bekliyoruz. Futbolla kalın…

To be contuniued..

BİZ AŞIĞIZ BU TAKIMA...

0 altını çizen...
Biz futbolda olgunluk çağını 25’in üzeri sanardık eskiden. 25-30 yaş arası izlemeyi beklerdik futbolcunun en mükemmel oyununu. Ama sonra bir takım çıktı 18-21 yaş arasındaki çocukların (!) neler yapabileceğini gösterdi bize. Sonra büyük takımlar her sene milyon dolarlar harcarmış transfere biz öyle gördük hep. Real Madrid’i, Chelsea’si, M.United’i hep öyle elde ettiler başarıları. Ama transfer yapmadan da, alt yapıdaki oyuncularla da şampiyonlar liginde yarı final oynanırmış onu gösterdi bize yine aynı takım. En değerli oyuncusunu 29 yaşına gelince çekinmedi satmaktan, biz daha çok Henry çıkarırız dediler. Evet Arsenal’den bahsediyorum. Yaş ortalaması 22-23 olan ama futbolun her türlü gereklerini yerine getirerek seyircisine zevk veren takımdan… Hiçbir rakibiyle diyaloğa girmeden maçı bitiren, sadece futbol oynama düşüncesiyle müthiş işler yapan sempatik genç kaptanı Fabregas olan takımdan… Bebek yüzlü oldukları için yaşları önemsenmeyen Van Persie’sini ve Arshavin’ini seyretmeye doyamadığımız takımdan… Benden bile küçük olan Ramsey'i, Wilshere'i ilk 11'de gördüğümüz zaman şaşırmadığımız takımdan... Futbolun asla sadece futbol olmadığını gösterdikleri için seviyoruz biz bu takımı. Milyonlarca dolar para kazanmalarına rağmen antrenmanın olmadığı Pazar günü genç oyuncularının kanserli çocuklar için kostümler giyip video çektirmeye gitmeye üşenmedikleri için de seviyoruz, böyle sosyal projelere destek için en az transfere ayırdıkları kadar bütçe ayıran yönetimi olduğu için de. Kısacası biz aşığız bu takıma... We love The Gunners...

2010'a Giderken-3

0 altını çizen...
Yazının başlığından da anlaşılacağı üzere gerçekten 2010'a giderken bir yazı oldu. 2009 yılını kısa ve öz bir yazıyla bitirmek istiyorum. Dünya kupasına katılacak takımlardan bahsederken sıra Kuzey, Merkezi Amerika, Karayipler'den dünya kupasına gitmeye hak kazanan 3 takıma geldi: ABD, Meksika ve Honduras... ABD konfederasyon kupasında gösterdiği başarıyı tekrarlamak istiyor. Gerçekten önemli oyuncuları var. Özellikle kaleci mevkiinde son zamanlarda çıkardıkları iki premier lig kalecisi Brad Friedel ve Tim Howard takımın güven kaynağı... Los Angeles Galaxy forması giyen London Donovan ve Milan için ter döken Oguchi Onyewu takımın bel kemikleri... En büyük başarıları olan 2002'deki çeyrek finalin üzerine çıkmaya çalışacaklar, çok zorlu olmayan gruplarında Slovenya'yla ikincilik mücadelesine soyunacaklar gibi görünüyor. Meksika'dan bahsetmek gerekirse, son 4 dünya kupasında gruptan çıkmayı başaran, turnuvaların gediklisi bir takım. Giovanni dos Santos ve Carlos Vela gibi premier ligi oyuncularına sahipler. Zor sayılabilecek bir gruptalar ama Meksika her zaman gruptan çıkmaya aday bir takımdır. Katıldıkları bölgenin en güçlü takımı diyebiliriz. Honduras'a gelince, 1982'den sonra ilk defa bir dünya kupasına katılmaya hak kazandılar. Onlar için güzel bir tecrübe olacak. Belki bir çoğunuzun Honduras'lı olduğunu bilmediği 30 yaşındaki David Suazo takımın en önemli silahı. Gruptan çıkmak için ellerinden geleni yapacaklar çünkü dünya kupasına gelmelerinin tesadüf olmadığını göstermek istiyorlar. Biraz da renkli şeylerden bahsedelim. 2010 Dünya Kupası'nın maskotu, Güney Afrika’nın uluslararası plaka işareti olan ‘ZA’ ile 2010 yılına atıfta bulunmak amacıyla, birçok yerli dilinde ‘10’ anlamına gelen- resimde de görüldüğü üzere- ‘Kumi’den oluşuyor. Bu tip organizasyonlarda hakikaten ilgi çekici olup seyir zevkini artırabiliyor bu tip maskot seçimleri...
Hepinize mutlu yıllar... Futbol hayatınızdan hiç eksik olmasın...

To be continued...

Kartal Gol Gol Gol..

0 altını çizen...
Aslında maçın başında ilk 11’de Ernst’i göremeyince zaten az olan umudumuz iyice tükenmişti. Çünkü bu sene Beşiktaş’ın en sağlam yeri defansı. Ernst, Sivok ve Ferrari üçlüsü bu kısmın iskeletini oluşturuyor ve gerçekten bu seneki performansları üst düzeyde. Ernst’in yokluğunda Uğur İnceman onun görevini yerine getiremedi ve Wolfsburg da orta sahayı geçen her oyuncu kaleyi şut bombardımanına tuttu zaten Misimovic’in golü de bu şekilde geldi. Wolfsburg’da göze batan isimler sol kanadı koridor yapıp bindirmeleriyle İbrahim Kaş’ı zor durumda bırakan sol bek Schafer ve ortadan Beşiktaş defansının üzerine giderek bir çok tehlike yaratan ve sonunda öyle ya da böyle golünü atan Gentder’di. Martins’in de cezalı olan Grafite’den daha etkili olamadığı ise bir gerçek. Ayrıca ne kadar bu maçta gol atmış olsa da Edin Dzeko’yu her iki maçta da bu kadar formsuz yakalamışken bu şans kullanılmalıydı bence. Beşiktaş’a gelince bu sene hücum yapamamalarının en büyük sebebi geçen seneki Holosko-Yusuf-Tello üçlüsünün bu sene sakatlık ve formsuzlukla boğuşması. Geçen seneki şampiyonluğu getiren çoğu golde bu 3 oyuncunun payı vardı. Maçta Ernst’in yokluğunda sorumluluk alan Fink’le girilen pozisyonlarda da gol gelmeyince 3-0’lık skor kaçınılmaz oldu. Taraftarın boğazını yırtarak "Kartal Gol Gol Gol" diye bağırması da pek etkili olmadı ve Beşiktaş Şampiyonlar Ligi'nde 90+ da Ekrem'in CSKA'ya attığı gol dışında başka gol atmayı henüz beceremedi. CSKA’nın Old Trafford’dan puan çıkartmasıyla Beşiktaş 4.lüğe göz kırptı. Türk futbolunu kötü günlerin beklediği hatta o günleri yaşadığımız gün gibi ortada. Ancak futbolda bir kural vardır: Beraberlik için çıkarsan yenilirsin. 7 puanla gruptan çıkma hesabı yaparsan 4 maçta 7 gol yiyerek el sallayıp evine dönersin Mustafa hoca. Sen bizim futbolda ufkumuzu genişleten adamsın ama artık yeni nesillere bırakmak lazım belki de…
Şampiyonlar Ligi’nde gecenin diğer sonuçları ise şöyle;
Bayern Munich 0-2 Bordeaux
Apoel Nicosia 0-1 Porto
Atletico Madrid 2-2 Chelsea
Maccabi Haifa 0-1 Juventus
Manchester Utd. 3-3 CSKA Moscow
Marseille 6-1 Zurich
Milan 1-1 Real Madrid

2010'a Giderken-2

0 altını çizen...
Hazır ligimize ara verilmiş ve Türkiye Kupası maçları da sona ermişken biz 2010 Dünya Kupası yazılarımıza kaldığımız yerden devam edelim. Kupaya Afrika kıtasından katılan takımlardan geçen yazımda bahsetmiştim. Şimdi sırada Asya/Okyanusya var. Bu iki kıtaya baktığımızda dünya kupasına toplam 5 takım katılıyor. Bunlar Avustralya, Japonya, Güney Kore, Kuzey Kore ve Yeni Zelanda. 1986’dan bu yana bu kupaya katılmayı alışkanlık haline getiren Güney Kore en büyük başarısını hatırlayacağınız üzere, 2002 Dünya Kupası’nda Guus Hiddink yönetiminde 4. olarak elde etmişti. Teknik direktörleri yine bir Hollandalı ve yine aynı başarıyı kovalayacaklar. Avustralya’nın ise bu 3.dünya kupası olacak. Geçen dünya kupasında 2.turda İtalya’ya haksız bir penaltıyla elenmişlerdi ve sonra İtalya kupaya kadar uzandı. Ve takımın başındaki isim yine Guus Hiddink’ti. Avustralya demişken son dönemde hakikaten önemli yıldızlar çıkarmaları kupalara arka arkaya katılma sebeplerinden bir tanesi. Bunların başında ligimize renk katan oyunculardan Harry Kewell geliyor –ki belki de onu son kez dünya sahnesinde izleyeceğiz- Mark Viduka, Tim Cahil, Mark Bresciano, Lucas Neill ve daha birçok yıldız başta Premier Lig olmak üzere önemli liglerde futbol hayatlarını sürdürmekteler. İlginç bir nokta belirtmek gerekirse şu ana kadar Okyanusya kıtasından dünya sahnesine çıkan Avustralya bu kez Asya kıtasında mücadele etti ve dünya kupasına grubunda lider olarak rahat bir şekilde geldi . 1998’de ilk dünya kupasına katılan Japonya ise bu tarihten sonra turnuva kaçırmadı. 2002’de ikinci turda elediğimiz zamanki Japonya’ya göre güç kaybetmiş durumdalar ve grupları da bir hayli zor. 1966’da çeyrek final oynadıktan sonra kupalara 44 yıl sonra katılma hakkı kazanan Kuzey Kore gibi grup sonunculuğuna yakın gözüküyorlar. Yine de çekik gözlü adamları keyifle seyredeceğimiz bir gerçek. Yeni Zelanda için de farklı şeyler söyleyemeyeceğim. Avustralya’nın Asya’ya geçmesinden sonra önleri açıldı ve 1982’den sonra ikinci dünya kupaları… Gruptan çıkmaları büyük sürpriz olur. Ek bilgiler vermek gerekirse 2010 Dünya Kupası Güney Afrika’nın 9 farklı şehrinde 10 farklı statta gerçekleşecek. 5’i yeni inşa edilen statların hepsi birbirinden güzel ve modern şekilde dizayn edilmiş. 169 gün sonra bu muhteşem şölen için en mükemmel halleriyle biz seyirciler için hazır halde olacaklar. Futbolla kalın…

To be continued….

‘Anadolu Devrimi’ Derken…

0 altını çizen...
Bugün geçtiğimiz üç sezonki performansı için ‘Anadolu Devrimi’ gerçekleştirdiği söylenen Sivasspor’un Galatasaray ve son 5 sezondur istikrarlı bir futbol anlayışı sergileyip hep üst sıralara mücadele eden Kayserispor’un Fenerbahçe karşısındaki maçlarını seyrettim. İlk maç için söylenecek fazla bir şey yok. Sivasspor'lu oyuncular ne yazık ki Galatasaray bizim rakibimiz değil modunda bir futbol oynadılar dolayısıyla mağlubiyet kaçınılmaz oldu. Galatasaray için Sabri’nin ekstra oyunu ve Barış’la beraber orta sahanın daha güçlü ve defansif olmasından bahsedilebilir ancak Rijkaard’ın eksiklerden dolayı mecburi ve ufak bir sistem değişikliğe gittiği bu maçın taktiği Fenerbahçe maçı için daha uygun olabilirdi. Linderoth’u tekrar sahada görmek de heyecan vericiydi umarız bir daha sakatlık yaşamaz ve performansını değerlendirme fırsatımız olur.

Gelelim Fenerbahçe maçına… Hataların sonucu belirlediği bir maç oldu. Tartışmalı olduğu söylenen ikinci yarıdaki penaltı için söylemem gereken birkaç şey var. Bir pozisyonun penaltı olması için faul yapılan oyuncunun yere düşmesi gerekmez. Akıllı bir oyuncu olan Cangele, çok tecrübeli olmasına karşın amatörce bir hata yaparak sol ayaklı bir oyuncunun sağına gelen bir pozisyonda bir nevi golü engellemek için rakibi arkasından net bir şekilde çeken Roberto Carlos'un bu hareketini iyi kullanarak penaltıyı takımına kazandırdı ve gole çevirdi. Bu hatanın ilk yarıda topu elinden kaçıran Souleymanou’nun hatasından pek de bir farkı yok. Türkiye ligini artık iyi bilen bir oyuncu olan Cangele, çok güzel bir performans sergilediği bu maçın devamını getirebilirse ligimiz için renk olur tabi ancak geçen sene Fenerbahçe’ye 3 gol atan Aghahowa’yı başka bir maçta görememiştik ne yazık ki. Fenerbahçe’nin ligi böyle götüremeyeceği ise aşikar. Ekstra motivasyonla oynanan Galatasaray maçını kenara bırakırsak gol attıktan sonra oyunu kontrol altına almada sıkıntıları var. Daum‘un ilerde top tutacak adamları -Semih ve Özer gibi- takıma yerleştirmesi gerekiyor yoksa bu puan kayıpları devam edecektir. Santos da ilk geldiği zamanki göürüntüsünden çok uzakta. Kayserispor’un ise bu sene geçen seneki kadar gol atma sıkıntısı yaşamadığını da söyleyelim. Geçen sene aynı haftada 11 gol atmışlardı. Bu sezon 15 golü 3 büyüklerin hepsiyle oynamış olmalarına rağmen atmayı başardılar. Bir parantez de Tolunay hoca’ya açmak gerekiyor. Geçen sene takıma monte ettiği Furkan Özçal 1990 doğumlu ve bu sene de takımın önemli oyuncularından biri…Yine maçta silik bir görüntü çizen Makukula’nın yerine oyuna dahil ettiği Semih Aydilek ise 1989’lu.. Agresif ve sinirli olmasıyla eleştirilen Tolunay Kafkas’ın gençlere ne kadar önem verdiğini ve onları Türk futboluna kazandırmasını göz ardı etmemek lazım. Kısacası Sivasspor (ki şu an küme düşmemeye oynuyor) gibi henüz ilk ikiye veya ilk üçe oynayamadı belki ama her sene ilk 5’e oynayan istikrarlı Kayserispor ‘Anadolu Devrimi’ tabirine daha çok uyuyor gibi. Yeni yazılarda görüşmek üzere..

2010'a Giderken-1

0 altını çizen...
Aslında biz erkekler için yaz 4 yılda bir tam anlamıyla yaşanıyor. Tüm dünyadan en iyi 32 takımın farklı renkleriyle, ilginç tarzlarıyla ve değişik futbol anlayışlarıyla verdiği güzel mücadele bize inanılmaz bir keyif veriyor. Ve 4 yıllık özlemin ardından yine bir dünya kupası bizi bekliyor ve haliyle epey heyecanlıyız. Klasik konuşmayı yapmak gerekirse Türkiye’nin burada olmasını çok isterdik ve ayrı bir heyecanla turnuvayı takip etmeyi tabii.. Ama işin gerçeği şu ki burada olmayı hak etmedik. Türk futbolunun nasıl düzeleceği başka zamanın konusu. Şimdi biz 2010 Dünya Kupası’na dönelim. Evet bu sene kara kıta Afrika’dan selamlıyor bizi bu müthiş şölen. Dolayısıyla Afrika’dan katılmaya hak kazanan takımlarla başlayalım. Bu turnuvaların gediklisi Kamerun ve Nijerya’yı yine izleyeceğiz. Kadro açısından bence yıldızlar topluluğu bile denebilecek Fildişi Sahilleri, ev sahibi Güney Afrika ve Gana da 2010’a Afrika’dan giden takımlar.. Bu senenin sürpriz takımı ise tam 24 sene sonra dünya kupasına gelecek olan Cezayir.. Düştükleri grupta Capello’nun İngiltere’si, bu senenin flaş takımı Slovenya ve süper güç ABD var. Kısacası turnuvanın farklı bir rengi olacaklar ama sonunculuktan kurtulmaları zor. Fildişi Sahilleri’nden bahsetmek gerekirse, geçen dünya kupasına katılmalarına karşın orda fazla bir şey yapamamışlardı ama bu sene gerçekten çok şey bekliyorum. Drogba’lı, Yaya Toure’li, Abdul Kader Keita’lı, Eboue’li kadrosuyla, Brezilya’nın favori olduğunu düşünürsek Portekiz’i gruplarda kupanın dışında bırakabilirler ve çok daha ileriye gidebilirler bu kupada. Ev sahipleri her zaman bu turnuvalarda başarılı olmaya adaydır; bu nedenle her ne kadar zorlu bir grupta da olsa Güney Afrika’yı da yabana atmamak lazım.. Nijerya ve Kamerun Afrika’da futbol mantalitelerini oturtmuş takımlar ve bu nedenle mutlaka yine çok koşan, mücadele eden siyahi adamların bize inanılmaz keyif vereceğine emin olabilirsiniz. Essien önderliğindeki Gana fazla yıldızı olmasa da yine de zor bir grupta olmadığından 2. liği zorlayabilir. Tabiki kadrolar açıklandığında daha ayrıntılı bir analiz yapacağız. Kısacası ev sahipliğine soyunan Afrika kıtası ve bu 6 takım bize yine çok keyifli ve unutulmaz anlar yaşatacak.

To be continued…

90+3 ün ardından...

0 altını çizen...
Bardaktan boşanırcasına yağan yağmurda evde oturup çayımızı yudumlarken Barcelona’nın şiir gibi futbolunu izleyip ısınmayı bekliyorduk ama Osasuna kendi evinde çetin ceviz çıktı. Bu yılın sürpriz golcüsü Keita, golünü yine atmasının dışında geçen sene Yaya Toure’nin yaptığı işleri eksiksiz yapmaya devam ediyor. Aslında Barça’ya gelen her oyuncunun böyle bir senelik bir hazırlık dönemi oluyor ve o sene çok fazla forma bulamıyor, sonraki sezonsa inanılmaz bir patlama yapıp formayı bırakmıyor. Hatırlayın Henry’nin ilk geldiği seneyi ve sonraki müthiş senelerini.. Yaya Toure’nin ilk senesi keza öyle.. O zaman bir şeyleri doğru yapan bir takım var ortada.. Aldığı her oyuncu için-bu üst düzey bir yıldız olsa bile sisteme uyum sağlaması için bekleniyor (Henry gibi)- gerekli sabrı gösterip sonra en üst düzey verimi alma var. Bizim ülkemizdeki gibi iki sene içinde 25 oyuncu gönderip 30 oyuncu almayı onlar bilmiyor çünkü. O kadar girişimci, akıllı yöneticileri yok zannedersem.. Neyse tekrar maça dönecek olursak sezonun en az pozisyon bulan Barcelona’sıydı İbrahimoviç diğer maçlarına oranla oldukça etkisiz gözüktü. Son dakikalarda üst üste iki Messi bir İbrayla çok cömertçe harcanan pozisyonların cezası belki de uzatmalarda Pique! tarafından kesildi ve maç berabere bitti.Yaya Toure nin yerine Keita’nın Eto’o nun yerine İbra’nın nasıl kusursuz bir şekilde konulduğuna ve sistemin buna nasıl adapte edilebildiğine bakılırsa hiçbir oyuncu Barça için vazgeçilmez değil gibi görünüyor.Real’in kazandığı haftada puan farkı azaldı azalmasına da Barça gibi futbolun gereklerini hem saha içinde hem de saha dışında yerine getiren bir futbol mekanizması için oldukça önemsiz bir puan kaybı.. Malum şu anki en yakın rakipleriyle son maçlarında yarım düzine bırakmışlardı rakip kaleye.. Futbol dolu günler dileğiyle..
 
Designed by: NewWpThemes | Converted to Blogger by Professional Blogger Templates | Contact | About